
Sessizlik, Hakikat ve İnanç
Modern varoluşun çürümesine dair metafizik bir eleştiri#
Sessizlik… Çoğu zaman ve her türlü halde farklı anlamlar taşır. Kimi zaman bir utanç neticesi, kimi zaman bir hak mücadelesi, kimi zaman anlaşılamama hissi ve kimi zaman karşıdakini koruma iç güdüsü. Her halükarda kişiye, zamana, mekana ve duruma göre değişiklik gösterir. Kalabalığın dili gürültüdür… Kalabalık çok konuşur, rabarbadır. Üst üste binen sözleri hakikati örter. Sessizlik kalabalık içinde en tiz notada bir çığlık ve onurlu bir direniştir. Geri çekilme değil, korkma değil, saklanma değil. Sözün en doğru zamanda söylenmesi için bir durak nokta ve yere mıh gibi çakılmadır. Hakikat işte bu sessizlikle gelir. Her türlü inanç türü ve din bu sessizlikten doğar… Hikaye böyle başlar… Kalabalıktan kaçan ve derin anlamlar arayan bir adamın, hakikat yolunda attığı ilk adımdır. Bu hikaye kimi zaman bir ağaç kavuğunda, kimi zaman bir beşiğin oyuğunda, kimi zaman bir dağın tepesinde ve nihayetinde soğuk bir mağaranın köşesinde resmiyet kazanır.
Başlangıç kişiye göre olsa da Kierkegaard ve Nietzsche’nin düştüğü hataya düşmemek gerekir. Hakikat göreceli değil mutlaktır. Nihayeti ise evrenseldir, relativizmi reddeder. Bu epistemik değil ontolojik bir sonuçtur. Vesselam, hakikat bilginin değil varlığın bir halidir. Doğal olarak hal’e geçiş kapısı ise sessizliğin ta kendisidir.
Kalabalığın gürültüsü, hakikatin basit ve özensiz birer kopyasından ibarettir. Her çıkan ses, hakikati gölgeler ve kopyalar. Katlanarak çoğalan her yankı, boşlukta yeni sesler var eder. Böylece her fikir, ister inançlı ister inançsız olsun, hakikat kılığına bürünür. Kaynağı gürültü olan her fikir, tıpkı yankısı gibi, sessizliği delerek kendi varlığını ispat etmeye çalışır. Baudrillard’ın deyişiyle: Gerçek artık simülasyonların toplamına dönüşmüştür. Artık her gürültü, hakikatin yerine geçmeye çalışır. Bugünün dünyasında, ’en akılcı benim’ diyen inançsızlıkla ’en doğru benim’ diyen inanç, aynı gürültüden beslenir; her sahtelik gibi bu da keskin ve tek boyutludur, doğruluğunu kanıtlamak için yüksek tondan bağırır.
İnsanların ana dilleri olduğu gibi, bir ana dinleri de vardır. Doğuştan gelen bu kaybedilmişlik, nesiller boyu artarak yükselen gürültünün bir tezahürüdür. Din artık sadece örf ve adet kılığına bürünmüş bir gürültü ve mit halini almıştır. Hakikat ve sessizlik bozulmuş; böylece geriye yalnızca kelimeler kalmıştır. Oysa kelimeler, tek başlarına bir anlam ifade etmez. Bu halde inanç ve din, dua ve yakarış ağızdan dökülen anlamsız kelimelerden ibarettir. Anlamsız kelimelerin ise hakikat penceresinde muhatabı olmaz. Bu muhasarada kelimeye anlam yükleyen şey varlığın halidir. Bilmek tanımakla ilişkilidir; tanımak için dinlemek, dinlemek içinse sessizlik gerekir. Bu ise epistemolojik değil, ontolojik bir sonuçtur.
İnsan ruhu, yaradılışı gereği hakikatin özüne dönmeyi arzular; bu arzu, içten gelen bir huzursuzluktur. Bu huzursuzluk derin bir anlamın arayışına sürükler. Yol sessizlikle yürünmelidir. Yol’un kapısı sessizliktir. Çünkü hakikatin sesi, insanın kendi ruhunun derinliklerinden gelir. Derinlerden gelen bu ses, gürültü içinde kaybolur. Duymak için her gürültüden kaçmak gerekir. Modern insanın hatası bu arzuyu, kalabalıklar içinde bulma arayışıdır. Her türlü sese maruz kalmak, insanı yoldan uzaklaştır. Nihayetinde, insan hakikati bir yankıda arar ve yankılar içinde yalnızca başka bir yankıya dönüşür…
Henüz burada listelenecek bir makale yok.